MEYRALEM Haber Sitesi

Sayfa Adresi : https://www.meyralemhaber.com/haber-detay/4779_davutoglu-trump-insanlik-icin-en-buyuk-tehlike

GÜNDEM

Tümü

Davutoğlu: Trump insanlık için en büyük tehlike

(40 Gün, 22 Saat önce) 109 İzlenme 0 Yorum
Davutoğlu, partisinin yeni genel merkez açılışında Gazze’yi gündemin merkezine taşıdı. Davutoğlu, “Soykırımdan Netanyahu birinci, Trump ikinci sorumlu; Türkiye insanlık vicdanının yanında durmalı.” dedi. Davutoğlu, “Netanyahu'yu çok iyi tanıyorum, rehineleri aldıktan sonra bir bahaneyle tekrar saldıracak. İsrail’in nihai hedefi Gazze’yi insansızlaştırmak” diye konuştu.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, partisinin yeni genel merkez binasının açılışında yaptığı konuşmada hem küresel siyasete hem de Türkiye’nin iç gündemine ilişkin dikkat çekici mesajlar verdi. Konuşmasında özellikle Gazze’de yaşanan insanlık dramına vurgu yapan Davutoğlu, ABD eski Başkanı Donald Trump’ı “insanlık için en büyük tehlike” olarak nitelendirdi.

Açılışa DEVA Partisi lideri Ali Babacan, çok sayıda siyasi parti temsilcisi ve sivil toplum kuruluşu yöneticisi ile Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Suat Kılıç da programa katıldı. Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan da törenin ilerleyen saatlerinde programa dahil oldu.

Davutoğlu, konuşmasında uluslararası düzenin çökmekte olduğunu belirterek şunları söyledi:

“Gazze soykırımını hepimiz yaşadık. Allah aşkına, Gazze soykırımının birinci sorumlusu Netanyahuysa, ikinci sorumlusu ona yeşil ışık yakan Trump değil midir? Ona teşekkür mü edeceğiz? Trump insanlık için en büyük tehlikedir; zihniyeti tehlikedir, varlığı tehlikedir.”

Davutoğlu, Trump döneminde şekillenen “yeni sömürgeci düzenin” insanlık değerlerini tehdit ettiğini savunarak, Türkiye’nin tarafını insanlık vicdanından yana seçmek zorunda olduğunu vurguladı:

“Dünya ikiye ayrıldı: Bir tarafta Trump’ın peşinde giden güç odakları, diğer tarafta ‘Yaşasın Filistin, özgür Filistin’ diyen insanlık vicdanı. Türkiye karar vermek zorunda: Ya bu sömürgeci düzenin yanında olacağız ya da insanlığın onurlu safında duracağız.”

53f364cd-da1a-428a-9642-cf4125e316d4.jpeg

“İSRAİL’İN HEDEFİ GAZZE’Yİ İNSANSIZLAŞTIRMAK”

Davutoğlu, Gazze’deki ateşkes süreciyle ilgili uyarılarda da bulundu:

“Netanyahu’yu 2012 ve 2014 savaşlarından bilirim. Esirleri aldıktan sonra bir provokasyon üreterek yeniden saldıracaktır. Bu insanların nihai hedefi Gazze’yi insansızlaştırmak, Batı Şeria’yı ilhak etmek, Suriye ve Lübnan’da güvenlik kuşağı oluşturmak ve sonrasında gözünü Irak ve Türkiye’ye çevirmektir. Bu bir milli güvenlik meselesidir.”

 

Davutoğlu, Türkiye’nin bu tehdidi ciddiye alması gerektiğini vurgulayarak, “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi yeniden yazılmalı ve İsrail’in yayılmacı politikası bu belgenin merkezine yerleştirilmelidir” dedi.

“ŞERRİN KARŞISINDA SUSAN, ŞERDEN EMİN OLAMAZ”

Konuşmasında Türkiye’nin dış politik duruşuna da değinen Davutoğlu, Trump’ın küresel siyasetteki etkisini eleştirirken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da çağrıda bulundu:

“Trump, Sayın Cumhurbaşkanımızın gözünün içine baka baka 38 bin İsrailli rehinenin cesedinden bahsederken, beklerdim ki ‘Peki 70 bin Gazzeli kardeşimin cesedi ne olacak?’ diye sorsun. Şerrin karşısında susan, şerden emin olamaz.”

 

“ELİF SİYASETİNDEN SAPMAYACAĞIZ”

Davutoğlu, Gelecek Partisi’nin duruşunu “Elif siyaseti” olarak tanımlayarak, baskılara rağmen geri adım atmayacaklarını belirtti:

“Zor günler bizi bekliyor ama biz sağlam duruşumuzu göstereceğiz. Eğilmeyeceğiz, bükülmeyeceğiz. Biz eğilip bükülmeyenlerin izinden gitmek istiyoruz.”

 

0b21a7ba-38f5-4a80-b737-7378be2aa324.jpeg

 

“TÜRKİYE’NİN TEMEL KOLONLARINI GÜÇLENDİRMELİYİZ”

Dünyadaki sistemik krizleri “deprem” metaforuyla anlatan Davutoğlu, Türkiye’nin bu süreçte “devlet binasının kolonlarını” sağlamlaştırması gerektiğini söyledi:

“Bir deprem olduğunda kolonları güçlendirirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kolonu aidiyet bilincidir. Hiç kimse bu ülkede ikinci sınıf vatandaş olmadığını bilmelidir. Türk, Kürt, Alevi, Sünni; herkes bu devletin onurlu vatandaşıdır.”

“İNSANINI KAYBEDEN MİLLET, VATANINI KORUYAMAZ”

Davutoğlu, ekonomik adaletsizliğe de dikkat çekti. Gençlerin geçim sıkıntısı yüzünden evlenemediğini, doktor ve mühendislerin ülkeyi terk ettiğini belirterek, “İnsanı kaybeden milletler vatanlarını koruyamazlar” dedi.

 

Ayrıca hapishanelerdeki tutuklu sayısına değinerek adalet sistemini eleştirdi:

“404 bin tutuklunun 62 bini hüküm giymemiş. Bu insanlara verilen cezaların vebalini kim ödeyecek? Hüküm verilmeden insanları hapiste tutmak insan hakkı ihlalidir, kul hakkıdır.”

“YENİ GENEL MERKEZ, RANTA DEĞİL MİLLETE HİZMET EDECEK”

 

Davutoğlu, konuşmasının sonunda yeni genel merkezin “millete ve hakikate adanmış bir mekân” olacağını vurguladı:

“Bu mekân siyasi rantın, çantacılığın değil; milletin hakkının, adaletin ve doğruluğun mekânı olacak. Rabbim bu çatıyı, sadece milletin çıkarının konuşulduğu bir yer eylesin.”

 

f80e82f9-085f-4a23-ba1a-b14713cf234f.jpeg

Davutoğlu'nun açıklaması şu şekilde:

Sayın Ali Babacan, Yeni Yol Partisi’mizin genel başkanı; çok değerli dostumuz, kardeşimiz yine Celal Mümtaz Akıncı Bey; siyasi partilerimizin çok değerli temsilcileri, sivil toplumun temsilcileri ve ülkemizin her bir köşesinden bu güzel toya, bu düğüne katılmak için kilometrelerce yol kat edip gelen değerli dostlarım, gönüldaşlarım, kardeşlerim—Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun. Hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Bizim Türkmen geleneğinde deriz: Toyumuz şen olsun, toyumuz şen olsun inşallah. Bir güzel vesileyle bir aradayız; Rabbimize hamdüsenalar olsun. Biraz sonra inşallah Saadet Partisi’mizin de genel başkanı Sayın Mahmut Arıkan da aramıza katılacak. Zor günlerde birbirini anlayan dostların bir araya gelmesi hem bir muhabbettir hem bir muhasebedir. Şimdi biz, altı yıl önce kurduğumuz partimizin hem bir muhasebesini hem de nereye neyi hedeflediğimizin sohbetini sizlerle yapmak zorundayız. Siyasi hareketler niçin vardır? Siyasi hareketler, siyasi partiler dünyayı ve toplumu doğru okuyarak geleceği belirlemek için vardır; geçmişin tartışmalarına boğulup kalmak için değil, ufuk çizmek için vardır. Ve siyasi partiler, değerli arkadaşlarım, üç unsurla oluşur: bir fikir, iki insan, üç imkan. Fikirle başlayalım, açık ve net söyleyeceğim: Tabii bütün partilerimizin çok ciddi katkıları oldu demokrasi hayatımıza ama Gelecek Partisi’nin programına bakanlar şunu görecekler ki o günün Türkiye’si, yani 2019 Türkiye’sinde işaret ettiğimiz her sorun bugün daha da kronikleşmiş olarak devam ediyor; o günün Türkiye’sinde vadettiğimiz her söz bugün de geçerlidir, yarın da geçerli olacaktır. Kimsenin konuşmaya cesaret edemediği konuları biz programımızın içine derc ettik. KHK mağduriyetini ilk kez parti programına alan biziz; yargıdaki tutuksuz yargılamaların oluşturduğu insan hakları sorunlarını programına alan biziz; gelir adaletsizliğini, servet transferini ve tabii gençlerimizin bütün o vahim kronik sorunlarını da programa aldık, hiç tereddüt etmedik; programda olması gereken her şeyi bir Türkiye perspektifiyle çizdik. Daha sonra partimiz faaliyete geçtikten sonra da hemen hemen her konuda eylem planları hazırladık: Önce ekonomide 'Gelecek Programı', uyuşturucuyla mücadele, Temiz Siyaset Belgesi, Çocuk Hakları Belgesi, Kadın Hakları Belgesi, yargı reformu, eğitim reformu, afetle mücadele ve daha nice belgeler; ve bu belgeler ışığında şimdi hiç tevazu göstermem—şahsi hayatımda tevazu gösteririm ama devlet hayatında ve siyaset hayatında tevazu değil ittihadın, iddiamıza sahip çıkacağımız bir duruşun sahibiyim. Çok tereddüt etmeyeceğiz; iddiamıza sahip çıkacağız ve Türkiye’nin ihtiyaç ettiği devlet tecrübesi, Türkiye’nin ihtiyaç hissettiği zihni birikim, çalışma ve tabii en önemlisi siyasi ahlakın öncüsü olacağız. Arkadaşlar, fikir sağlam olabilir ama o fikir bir sivil toplum hareketinde, fikir kuruluşu hareketinde yer edebilir; siyasi hareketin ikinci unsuru insandır. Çok zor şartlarda Gelecek Partisi’ni kurduk; uzun süre partiler kurulmamıştı, korku iklimi hakimdi ve iktidarda kendi genel başkanlığını yaptığım partimin iktidarda olduğu bir yerde onların yanlışlarını söyleyerek yola çıktık. Türk siyasetine bakın: Kendi başında bulunduğu parti iktidardayken hep bütün makamları terk etmiş ve sadece sivil bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak iktidarda bulunan arkadaşlarına on yıllarca neredeyse beraber olduklarına hakikati söylemiş kaç siyasetçi vardır? Elhamdülillah bir gün Rabb’imin huzuruna vardığımda şunu demek hakkını kendimde görüyorum: “Ya Rabb, senin huzurunda olmayan hiçbir şeye imza atmadım; senin rızana uygun davranmayanlar kardeşim olsa bile gözünün yaşına bakmadım.” İnsan unsuruyla yola çıkarsınız; çok kuvvetli bir insan unsuruyla yola çıktık, çok kuvvetli nitelikleri ben görebilirim bir hoca olarak; çok sağlam nitelikli bir kadroyla yola çıktık. Hoca olarak niteliği görebilirsiniz de ahlakı ancak zaman test eder, makam test eder, mevki test eder. Evet, nitelikleri çok sağlam ve ahlakı da çok kuvvetli olduğunu düşündüğüm arkadaşlarla yola çıktım; ama zamanla siyaseti sadece bir seçimlik rant alanı olarak görenler, bu rantı alamadığını düşünenler veya bu rantı aldıktan sonra ikinci ranta, bir sonraki seçimi nasıl kazanırız hesabına girenler aramızdan ayrılmış olabilir; yolları açık olsun. Geriye bakmam, ama sizler var ya sizler—Diyarbakır’dan Edirne’ye, Tekirdağ’dan Erzurum’a, Muğla’dan Samsun’a, Antalya’dan İstanbul’a, İzmir’e kadar tek tek illeri saymak istemem; sabahın erken saatlerinde çıkıp da bu mekâna açılış için gelen il başkanlarım, gönüldaşlarım, sizler bu hareketin gerçek kahramanlarısınız, boyun eğmeyen kahramanlarsınız.

Sizin neler çektiğinizi biliyorum; kiminiz işini kaybetti, kiminizin çocukları okullarından atıldı, görevlerinden alındılar; kiminiz sadece Gelecek Partisi il başkanı, ilçe başkanı olduğunuz için arkadaşlarınızı, dostlarınızı kaybettiniz. Benim üzerimde uygulanan ambargolar yerelde ve teşkilatlarda sizin üzerinize de uygulandı; zordur bu, bilirim. En yakın gördüklerinizin “Sayın Başbakanım” diyerek etrafınızda dolaşan insanların sizi görmemek için yalnız kaldıklarında yine hürmet edip, ama toplu yerlerde nasıl kaçtıklarına şahit oldum; ben şahit oldum, bilirim bunun acısını. Şahsiyet sahibi kimdir diye sorsanız; gerektiğinde ilkeleri uğruna en yakınlarını terk etme cesareti gösterebilenlerdir; şahsiyet sahibi olanlar—ben size güveniyorum. Nice manipülasyonlar oldu, Allah razı olsun, anket şirketlerinden oy oranlarından yola çıkanlar oldu; arkadaşlar bunlar bizi tanımıyor, onlar bizi tanımıyorlar; biz şu veya bu oran için değil, Allah rızası ve millet kaderi için yola çıkanlarız, hiçbir şey bizi durduramaz. Üçüncüsü imkân. Hepiniz bilirsiniz Türkiye'nin en büyük kronik sorusu siyasetin finansmanıdır. Zor şartlarda partimizi kurduk; emek, emeğinden emin olmadığım, helalinden emin olmadığım tek bir kuruşu partinin içine sokmadım; tek bir namertli parayı bile bu partiye muhtaç etmedik; kimse şunu diyemez: “Gelecek Partisi ve Ahmet Davutoğlu şu imkânları bizden aldı.” Hayır, kendi rızkımızdan kestik, siz de kestiniz, Allah sizden razı olsun. Ve bu sene mart ayında kira sözleşmesiyle oturduğumuz bina maalesef enflasyon şartları gereği yeni sözleşmede astronomik bir rakam isteyince biz de bu astronomik rakamla siyaset yapmanın mümkün olmadığını görünce arkadaşlarıma döndüm, Rabb’ime de ya Rabb eğer doğru yoldaysak, eğer senin rızana uygun yürüyorsak bizi bu dar boğazdan kurtar dedim. Arkadaşlarıma da döndüm: Şimdiye kadar kimseden bir şey istemedim ama şimdi herkesin fedakârlık yapma vakti; Allah razı olsun ve her birine teşekkür ediyorum; çok sayıda arkadaşımız öne çıktı, içlerinden bir grup arkadaşımız ortak bir imeceyle bu şu karşıda gördüğünüz binayı aldı; o günden bugüne elhamdülillah bu binanın bu hale gelmesi için son bir hafta içinde bile dün geldiğimde genel başkan vekilimiz Ayhan Bey omuzlamıştı, kanepe taşıyordu; herkesin emeği var burada, Allah razı olsun; emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Allah bu mekanı sadece kendi rızasının ve milletin çıkarının konuşulduğu bir mekân eylesin; Allah bu mekanı siyasi rantın, ekonomik rantın, çantacılığın, ayakçılığın, ihale takipçiliğinin olduğu bir mekâna eylemesin; o mekân haline gelenlerin ne hale düştüğünü gördünüz. Arkadaşlar, eğer ben yanlış yaparsam hesap soracaksınız ama doğru yaparsam tereddütsüz bir şekilde yürüyeceksiniz; yürümeye hazır mısınız? Hazır mısınız? Durmayacağız. Bakınız bütün bu baskılara rağmen, siyaseten bizi yok saymaya çalışmalarına rağmen seçimlerde bir grup oluşturduk, on milletvekili kazandık ve DEVA Partisiyle, Saadet Partisiyle, Sayın Babacan'la, Sayın Arıkan'la anlaşarak Yeni Yol Grubu'nu oluşturduk geçen sene. Şunu söyleyeyim: Siyaset çıkmaz sokaklarda bunalanların işi değildir; çıkmaz sokaklardan yeni yollar üretenlerin işidir siyaset; yeni yollar üretenlerin, ve hamdolsun yeni yol yoludur. Bütün o kurucular adına değerli dostum Celal Mümtaz Bey’i selamlıyorum; Allah sizden razı olsun diyorum. Sayın Babacan’a teşekkür ediyorum; Mahmut Bey gelecek, ona da teşekkür edeceğim. Ve geçen gün gurur duyduğum bir şey oldu; televizyon serisinde, Allah razı olsun, gurur duyduğum bir şey oldu arkadaşlar, gurur duyduğum bir şey oldu; bakınız muhalefet partilerinden bizimle de çok farklı görüşlere sahip bir milletvekili siz de duymuşsunuzdur, şunu söyledi: “En çalışkan ve en üretken grup Yeni Yol Grubu” dedi. Grubumuzun sayısı kritik ve eşikte olabilir ama milletvekillerimiz bu mücadeleyi alnlarının akıyla sürdürüyorlar. Peki arkadaşlar, şimdi biz bundan sonra ne vadediyoruz, nedir siyasetimiz, ne yapmak istiyoruz biz; yeniden milletvekili çıkarmak mı, şu veya bu makama talip olmak mı? Hayır.

Öyle düşünenler ne yaptıklarını gördüm ben; benim yanıma bundan sonra milletvekili olmak için kimse gelmesin, şu makama veya bu makama gelmek için de kimse gelmesin. Cesaretle yürüyecek, cebindeki son kuruşu millet için harcayacak yiğitler varsa, kocaman yürekli insanlar varsa onlar benim yanıma gelsin, Allah razı olsun siz geldiniz; ihtirasları büyük olanları aramıyorum. İhtirasları büyük olanları eski partimde de gördüm, bu partide de gördüm; eminim gelecekte de göreceğim. Ama sizleri, sizleri onlara karşı dimdik ayakta duranlar olarak görmek istiyorum. Şimdi eğer arkadaşlar “siyaset neden yapılır” en başta söyledim: Siyaset dünyayı doğru okumak, o dünya içinde kendi ülkesine doğru bir yer tanımlamak için yapılan bir iştir; ve bu iş duruş gerektirir. Duruş olmayanın siyaseti olmaz; omurgası olmayan mutlaka eğilir, bükülür; biz eğilip bükülmeyenlerin izinden gitmek istiyoruz. Şimdi dünya nasıl bir dünya, kısaca anlatayım, sonra da ülkemize geleceğim: Dünya büyük bir sistemik depremden geçiyor. Trump’ın ilk döneminde, o iş ilk dönemde iş başındayken bir kitap yazdım; Cambridge Üniversitesi yayınladı, “Sistemik Deprem” diye; 2018’de yazdım, 2020’de yayınlandı ve uyardım dünyayı: Büyük bir sistemik deprem geliyor, Birleşmiş Milletler sistemi çöküyor, insan haklarına saygı kalmıyor ve dünya yeni sömürgeciliğin tuzağına düşüyor diye uyardım. Dünyada büyük yankı yaptı; maalesef Türkiye’de bizim kitaplarımızın basımı mümkün de dağıtımı zor olduğu için kitapçılar bile gördükleri zaman rafların altından kitabı çıkarıyor, “Hocam sizinki de var” diye raflarda sakladılar; ama dünyada geniş yankı yaptı, herkes biliyor. Gene önümüzdeki haftada Oxford Üniversitesi’nde konferans vereceğim.

Burada dediğim şey şuydu: Sistem çatlıyor, sistem çöküyor ve Gelecek Partisi olarak bir kampanya başlattık: “Sistem çöktü” diye. Evet size net söyleyeyim: Dünya sistemi de çöküyor, Türkiye’deki sistem de çöküyor. Ona karşı ne yapacağız bakın: Dünya sistemi niye çöküyor, bakın Trump’ı takip ediyorsunuz; Trump’la birlikte gelen düzen, ta ilk dönemde uyardığım şekilde yeni sömürgeci düzendir. Kimse Trump’ı anlayıp pulayıp bir yere koymasın arkadaşlar; Trump insanlık için en büyük tehlikedir, zihniyeti tehlikedir, varlığı tehlikedir. Şimdi Nobel Barış Ödülü’nü alamadı diye öfkelendi; herhalde Norveç’te bunu bir uygulama yapar. Bakın niye bunu söylüyorum: Gazze soykırımını hepimiz yaşadık, Allah aşkına; Gazze soykırımının birinci sorumlusu Netanyahuysa ikinci sorumlusu kim? Ona yeşil ışık yakan Trump değil mi? Ona teşekkür mü edeceğiz? Şimdi gelen devlet başkanlarına muamelesinden tutun takip ettiği yol, uyguladığı yönteme bakın: Trump şunu diyor, “Dünyanın kabadayısı benim; ben istediğimi cezalandırırım, istediğimi iltifatlarla kendime ram ederim.” Geçen bir grup önemli Avrupa siyasetçisiyle birlikteydim, davet ettiler; orada sordular bana, dedim ki bu yeni düzenle ilgili, dedim ki bizim Türkiye’de de bir söz vardır: “Mahallenin delisi varsa, hiç kimse o deliye dokunmak istemez; yanından geçer, nasıl olsa bu deli gidicek diye.” Şimdi de Trump’la yan yana oturan herkes Trump’ın ağzının içine bakıyor, yüzüne bir şey söylemiyor arkadaşlar; ya neden? “Ha bu gidecek” — o zamana kadar şerrinden emin olalım arkadaşlar; şerrin karşısında susan şerden emin olamaz, olamaz. Bakın söyleyeyim şu anda dünya ikiye bölündü, ikiye ayrıldı: Bir tarafta Trump ve Trump’ın peşinde giden güç odaklı, sömürgeci mantığa sahip olanlar; bir de Sidney’den, Avustralya’dan, Güney Afrika’ya, Brezilya’dan Kolombiya’ya, dünyanın her köşesine kadar sokakları doldurup “Yaşasın Filistin, Özgür Filistin” diyen insanlık vicdanı sahipleri. Türkiye karar vermek zorunda, duruş sahibi olmak zorunda: Ya Trump’ın yeni sömürgeci düzenin yanında olacaksınız ya da sonraki dönemi öngörüp onun karşısında insanlık vicdanı yanında olacaksınız. Kimseye maceralık yapın demiyorum; ben sadece şunu ifade edeyim: Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Sayın Cumhurbaşkanı da Sayın Dışişleri Bakanı da kim olursa olsun yurt dışına bizi temsil ettiklerinde ben onlar için dua ederim; arşı alaya çıksın, onların itibarları ki memleketimizin de çıksın, hiç burada muhalefet etmem, siyaset gözetmem; ama şunu da ifade etmek zorundayım: Bu soykırıma destek veren Trump, Sayın Cumhurbaşkanımızın gözünün içine baka baka 38.000, İsrail’in rehinesinin cesedinden bahsederken beklerdim ki Sayın Erdoğan da “Peki 70.000 kardeşimin cesedi ne olacak?” diye sormasını beklerdim; beklerdim bunu bir Müslüman olarak, bir insan olarak. Heyhat. Halk Bankası konuşuldu, olmaz böyle şey. Şimdi bir anlaşma imzalandı; anlaşma imzalandığı gün Hamas’ın verdiği cevabı takdir ettim ve uyardım da; şimdi bir daha uyarıyorum: Ben 2009, 2012, 2014 ateşkes anlaşmalarının ara bulucusuyum, bilirim; Mısır’ın kafasından öderler, Amerikalıların kafasından öderler; nerede takılırlar bakın söyleyeyim size: İktidar sahiplerine de sesleniyorum, gazeteye sahip çıkın. Evet bu anlaşmanın ilk aşaması doğrudur; yapılan iş doğrudur; Gazze’li kardeşlerimizin nefes alması lazım; Hamas’ın bunu kabul etmesi de doğrudur; rehineler karşılığı Filistinli tutsakların bırakılması, insani yardımın ulaşması, ateşkesin sağlanması ve İsrail’in belli bir alana çekilmesi—bu dört unsur çok doğru unsur, arkasındayım.

Ama ikinci aşama gerçektir: Ben bu Netanyahu’yu 2012 savaşından bilirim, 2014 savaşından bilirim; Netanyahu’yu ne yapacak biliyor musunuz: Esirleri alınca bir yerde bir provokatif olay üretecek, kendisi üretecek ve tekrar saldırmaya başlayacak. Bunların nihai hedefini bilmeden bunlarla mücadele edilmez, güvenilmez. Bunların nihai hedefi Gazze’yi insansızlaştırmak, Batı Şeria’yı ilhak etmek, Suriye’nin güneyinde bir güvenlik kuşağı oluşturmak, Lübnan’ın güneyini fiilen işgal etmek; sonra da gözlerini Irak ve Türkiye’ye dikmek—arkadaşlar bu bir milli güvenlik meselesidir. Bugün Türkiye milli güvenlik siyaset belgesini yeniden yazmak ve geleceğe dönük olarak da İsrail’in bu yayılmacı politikasını bu güvenlik belgesinin merkezine yerleştirmek zorunda; biz bu mücadeleyi vereceğiz arkadaşlar. Gazze konusunda ilk günden beri herkes şahit: 7 Ekim’de ben çıktım ve dedim ki herkes Hamas’ı eleştirmeye çalışırken işgal altındaki halkın direnme hakkı vardır, vatanlarını koruma hakkı vardır. Düşününüz ki Ankara’dan örnek vereyim: Bu sefer Sincan’da abluka altındasınız, hadi Sincan demeyeyim de Polatlı’ya yakın bir yerde abluka altındasınız ve Hacı Bayram-ı Veli’ye, hayatınızda hiç görmemişsiniz Mescid-i Aksa’yı; kıyasen söylüyorum, üç nesil görmemiş arkadaşlar, bu insanların vatandaşını savunma hakkı var. Ama ikinci planda diyor ki bunlar silahsızlanacak, İsrail’in elinde nükleer bomba olacak, benim Gazzeli kardeşimin elinde patlayacak tabanca bile olmayacak—bu adalet mi yahu, adalet mi bu? Kim koruyacak onları peki tekrar saldırdığında? Bir güvenlik işte garantör grubu. Ben o güven görev güçlerini bilirim; ilk görev gücünün ilk tanımı ne biliyor musunuz: İnceledim diyor ki İsrailli görev, esirlerin ve cenazelerin teslimlerini salimen yapmak; verdikleri görevi ilk görev bu.

Ama Türkiye’nin orada olması doğrudur; Allah oraya gidecek kardeşlerime yardım eylesin; derhal insani yardım kuşağını açmak ve her türlü yardım yapmak lazım—doğru işte yanlarındayız peki. Bu kadar, dünya üçüncü dünya savaşı'na gidecek kadar kritik bir dünya varken, her an her tür çatışma ihtimali söz konusuyken Türkiye olarak biz ne yapmalıyız, ne tedbir almalıyız? Eğer deprem varsa—hani Allah muhafaza bir deprem olursa bu binayı ne yaparsınız; kolonlarını güçlendirirsiniz di mi, temeline bakarsınız, sağlam mı değil mi, çatısına bakarsınız her yerini. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir bina gibi düşünün: Sistemik deprem var, deprem var dünyada. Yapacağınız ilk iş kolonlara bakmak; kolonu nedir? Kolonu aidiyet bilincidir. Bir binanın, devlet binasının aidiyet bilincini güçlendireceksiniz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsi Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmaktan gurur duyacak; kimse dışlandığı hissine kapılmayacak; kimse “Ben burada ikinci sınıf vatandaşım” demeyecek. 28 Şubat’ta, 27 Mayıs’ta olduğu gibi—Türk, Kürt, Sünni, Alevi herkes… Kuruluş günümde söylediğim gibi “Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, devletinin onurlu bir vatandaşıyım” diyecek; bunu ortadan kaldıran…

Allah razı olsun, biz de sizin yanınızdayız. Peki bunu nasıl yapacağız? Bütün bu baskıların karşısında bütün arkadaşlarıma söylüyorum: Zor bir günler bizi bekliyor; sağlam ve vakur bir duruşu, “Elif siyaseti” dediğimiz sağlam duruşu göstermeye hazır mısınız? Hazır mısınız? Elif siyasetini gösterirken karşı karşıya kalacağınız baskılara direnmeye hazır mısınız? Allah razı olsun, sağ olun. Şimdi aidiyet bilinci o kadar önemli ki bakın, aidiyet bilincinin zayıf olduğu devletler yaşayamaz; ayrıca aidiyet bilincine böyle önem verdiğimiz için biz “Terörsüz Türkiye” projesi’nin Sayın Bahçeli’yi zikrettiği anda destek verdim çünkü herkesin bu sürecin içinde olması lazım dedim; ama asla şehitlerimizin, gazilerimizin hukukunu ve gönlünü kırmayacaksınız dedim. Hiçbir planda Türkiye’nin topraklarından bir karışının herhangi bir yabancı gücün gözünü dikebileceği bir konjektör oluşmayacak dedim ve arkadaşlarımız, milletvekillerimiz Yeni Yol Grubu’ndan gerekli kaykıyı veriyorlar; aidiyet bilincini güçlendireceğiz. Bunun karşısı nedir? Kutuplaşma siyaseti. Kutuplaşma siyaseti toplumu böler; aidiyet bilinci toplumu birleştirir arkadaşlar. Bir Ekim günü bir resim çıktı—yahu bu resimler ne kadar, aman çektiğiniz resimlere dikkat edin; ondan bir dünya felsefe çıkarırlar ha. Ya bir resim… Beni tanıyan bilir, Sayın Babacan’ı bilir, Sayın Fatih Erbakan’ı, Sayın Mahmut Arıkan’ı bilir; nasıl mücadele ettiğimizi hepimiz biliyoruz, hepsine arkadaşlarınızı tanırsınız Allah aşkına. Biz bu resim öncesinde bütün bu arkadaşları, yani Yeni Yol Grubu mensubu ve Yeniden Refah Partisi olarak da, herhangi bir iktidarın bir yanlışına o resme girmek için cevaz verdik mi? Sustuk mu, eleştirilerimizden vaz mı geçtik? Hayır. Nedîr peki: Bir Ekim siyasetin nevruzudur; yani o havaya nasıl cemre düşer ya, Nevruz’dan önce o siyaset iklimine de bir Ekim’de düşer. Geçen sene Sayın Bahçeli demleyi tokalaştı; “E güzel” dedik, destek verdik. Sayın Özgür Özel gitti, yine resepsiyonda Sayın Erdoğan’la yan yana oturdu; normalleşme iyidir, doğru yapıyorsunuz dedik. E biz oturduk diye muhalefet trolleri üstümüze saldırdılar; bakın çok net benim tavrım: Hiç kimseye eyvallahım olmadı. Bize iktidara tam itaat isteyip yanlışa yanlış dediğimiz için “hain” diyen iktidar trollerine nasıl boyun eğmediysek, Sayın Cumhurbaşkanının ve devlet başkanının bir devlet törenine katıldık diye bizi en ağır şekilde eleştiren muhalif trollerine de asla boyun eğmeyiz. Neyi gerekiyorsa doğru yerde yaparız. Bu Konya, Konyalılar, İstanbulluları bastırma veya diğerleri—hepsinin sözü var. Tabii Selçuklu başkenti olduğu için biz o değerlerden, o kültürlerden geldik; devlet, devlet kültürünü biliriz; Selçuklu başkenti de doğmuş birisi olarak onun devamı olan Osmanlı Devleti’nin ve Cumhuriyet’in bütün kültürüne sahip çıkarız. Biz devletiz, Allah razı olsun; devlet tamiri söz konusu olduğunda bunu göstermekten imtina etmeyiz. Sayın Cumhurbaşkanı seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak da dışarda eleştirsek bile ülke içinde ve devlet törenlerinde gereken saygıyı göstermek boynumuzun borcudur; kimse de bundan çekineceğimizi ya da kınayanın kınanından çekineceğimizi zannetmesin.

Biz başbakanlık yaptık, aynı devlet yarası içinde bulunduk; millet ve devlet tamirleri örfümüz, töremiz esastır. Şimdi aidiyet bilincinin bir başka boyutu ne biliyor musunuz? Adalet. Adalet yoksa insanların aidiyet bilinci olmaz; yaşadığı ülkede adaletle davranılacağını hissetmezse olmaz. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki bakın 404 bin tutuklu var hapishanede; bunun 62 bini tutuklu hükümlü değil, yani daha mahkeme karar vermemiş ama tutuklu bulunuyorlar. Bunların içinde siyasetçiler var, gazeteciler var, Twitter’da Cumhurbaşkanı’na bir eleştiri getirenler var. Arkadaşlar çok net söylüyorum: Ben bir ilim adamıyım; aksi, istisnai bir durumlar hariç, hüküm vermeden insanları hapiste tutmak insan hakları ihlalidir; İslami anlamda da söylüyorum kul hakkıdır. Neden kul hakkıdır ya? Peki o hüküm neticesinde o insan suçsuz bulunursa ne olacak? İki yıl ailesinden uzak tuttunuz; kızı, oğlu “Babam” diyemedi; eşi “Eşim gelecek” diyemedi; bu hakkı kim ödeyecek? Olur mu böyle şey efendim, “kaçma şüphesi” varsa sınırları düzgün kontrol edeceksin, kaçamayacak. Şimdi buradan da şuna geliyorum: Bugün büyükşehir belediye başkanları, belediye başkanları hapishanede. Benim bu konudaki tutumum da açık ve nettir; zihnim hep berrak oldu. Yolsuzluklarla ilgili olarak o zaman birlikte hükümette olduğum dönemde dört bakan için ne dedim ben? “Kızım Fatıma da olsa,” diyen, Peygamber’in ümmeti olarak gözünün yaşına bakmam dedim; kardeşimi görmem; hazineye göz dikmiş biri olursa, ben de görmem, kimseyi de görmem dedim. Bugün de yerel yönetimlerde iktidar olan ana muhalefet partisinde herhangi bir yolsuzluğun içine girmişse hiç gözünün yaşına bakmam; muhalif ediceğimiz şeylerde omuz omuza veririz ama yolsuzlukta kimse bizden destek beklemesin. Ama eğer iktidar kendi belediye başkanlarına hiçbir muamelede bulunmadan muhalefet partilerinin belediye başkanlarını kimi zaman hapse atıp kimi zaman önüne dosya koyup “Ya bana gel ya hapse git” dediği örnekleri siz çok iyi biliyorsunuz; “Kırk katır mı kırk satır mı” hikayesi dedikten sonra “AK Parti’yi alıyorsan buna yolsuzlukla mücadele denmez, buna riyakârlık denir.” Şeriatın kestiği parmak acımaz ama hükmü de adaletle vereceksiniz. Bizim Gelecek Partisi olarak yeni yolda da bütün arkadaşlarımın kanaatlerini bilerek söylüyorum: Yolsuzluklara da karşıyız; yolsuzluklar üzerinden siyasi bir takım iddialar üzerinden siyasi mühendislik çabalarına da karşıyız. Peki tahkim etmemiz gereken başka ne? Dünyanın en büyük askerî gücü olsanız bile ekonomik gücünüz yoksa ayakta kalamazsınız.

Bakın sohbetler—birliği çöktüğü zaman dünyanın en yüksek teknolojisine, savunma sanayine sahipti yine ama çöktü. Şimdi Türkiye’de akademik hayatta da savundum, sonra da savundum, şimdi de savunuyorum; başbakanken de en büyük desteği benim verdiğim savunma sanayine kim bir taş koyarsa başımızın tacıdır. Türkiye’nin en güçlü savunma sanayine sahip olması lazım; şu ana kadar yapılan bütün yatırımları da hem destekliyorum hem emek veren herkese, Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere teşekkür ediyorum, hiç tereddütsüz. Ama şimdi gelelim ekonominin diğer boyutlarına: Şöyle bir hayat şeyi yapacağım size—hayat akışı, toplumları dirençli kılan diyelim; dünya savaşı çıktı, nedir insan unsuru? Nüfus ve aile. Kınalı kuzularını Çanakkale’ye gönderen anneler var mı bugün? Gönderecek olan, ona o şehitliğe koşanlar var mı? Varsa işte o zaman emniyettesiniz. Peki bunun da temelini aile; hükümet aileyi “Aile Yılı” ilan etti di mi arkadaşlar? Hükümet “Aile Yılı” ilan etti; evlilikler azaldı, boşanmalar arttı—nasıl bir “Aile Yılı” bu, neden? Çünkü temeli yanlış, binanın temeli yanlış. Şimdi soruyorsun gençlere: Geçen 30 yaşları civarında benim de öğrencim olarak gördüğüm gençlerle beraberdim, niye evlenmiyorsunuz arkadaşlar? “Yaşınız gelmiş hocam, nasıl geçineceğiz?” diyorlar; tabii nasıl geçineceğiz diyorlar; “Nasıl geçineceğiz?” Ben bir onurlu genç olarak eşime “Eli boş kalırsam eşime bir şey götüremezsem ne yaparım?” diye düşünüyorum ve evlilik yaşları ilerledi. Bu ne demektir biliyor musunuz? Birçok ahlaki sorun demektir; ahlak çöküşü yaşanıyor bu memlekette. Ahlak çöküşünün bir sebebi yolsuzluklardır; diğer sebebi de maalesef bu yüksek enflasyonda geçinememektir. Sonra evlenenleri görüyorum; ne zaman—geçen gün bir polis memuru, yani bizim korumalardan değil, üstünüze alınmayın ha, şey Sefa size değil—bir başka polis memuru gördüm; “Evli misin?” dedim, “Evliyim” dedi; “Beş yıl oldu” hoca başbakanım dedi, “Çocuk,” dedim, “Vallahi çocuk yapamıyoruz çünkü onu kaldıracak ekonomik gücümüz yok.” Ya evleniyor ama bir insanın en büyük dürtüsü nedir biliyor musunuz? Neslini devam ettirmek. Ama “Çocuğuma bakamayacağım” diyor. Size bir örnek vereceğim: Başbakanlık döneminde aileyi teşvik için bunlar örnek alması lazım; üç aşamalı destek verdik: İlk çocuğa üç yüz lira (o zaman yarım altın), o zaman yarım altındı, şu anki karşılığı on sekiz bin lira; ikinci çocuğa dört yüz, üçüncü çocuğa altı yüz verdik; şimdi beş bin lira veriyorlar, grama düştü. Şimdi bizim bu gençlere, bu çocuk ailelere nasıl sahip çıkarız? Hadi çocuk doğdu, büyümeye başladı, ilkokula gidiyor; bakın ilkokula giden çocukların Türkiye’de yüzde otuzu açlıkla karşı karşıya ve günde bir öğün yiyebiliyorlar; arkadaşlar bir çocuk nasıl büyüyecek? Zihni gelişmesi biyolojik gelişmeye bağlı; yeterli kaloriyi almıyor.

Kahvaltı etmeden okula gelen öğrenciler yaklaşık dörtte bir nüfus ve biz geçenlerde ilan ettik, dedik ki “Lütfen bir öğün yemek verin şu çocuklara bir öğün ya.” Hesaplattırdım; bir öğünün maliyeti deveye hendek bile değil. “Efendim bütçe karşılamaları yokmuş”—müteahhitlere para aktarırken bütçeniz bol, bol, bol değil mi ama çocuklara bir öğün veremiyorsunuz? Bakın örnek vereyim: Japonya dünyanın en gelişmiş ülkesi ama çocuklarına devlet veriyor bir öğün; halkın da bu gücü olmasına rağmen. Endonezya bizden çok daha fazla nüfusu var, yirmi milyon öğrenciye her gün yemek veriyor; ama biz veremiyoruz; veremedikleri gibi öğrencilerin babalarından kayıt paraları alıyorlar. Şimdi nasıl bu öğrenciler büyüyecek? Çocuk biraz daha büyüyor, on iki-on üç yaşına geliyor, önüne bakıyor; başarı örnekleri yok; abisi, arkadaşının abisi üniversiteyi bitirmiş ama işsiz, evde işsiz yatıyor; çocuğa yeni bir kariyer planlaması çıkıyor. Şimdi bakın, o kadar acı ki on iki on üç yaşında çocuklar çetelere üye olmaya başlıyor. Bir emniyet mensubunun ifadesini söylüyorum: İstanbul’da on beş ile on sekiz yaş arasında bin tane motorlu çete mensubu var, bin tane. Şimdi ihbarda bulunuyorum: İstanbul’un manevi olarak en bizim İstanbullular burada—Bedir buradadır, Fatihli manevi olarak İstanbul deyince en güçlü yer neresi olmalı? Fatih di mi? En ana arter neresi—Fevzi Paşa caddesi. Fevzi Paşa caddesi’ndeki kuyumcuların hepsi çete tehdidi altında haraç ödemek zorunda kalıyorlar; nerede kaldı bu arş? Alanya’da da öyle, her yerde de öyle tabii. Neden? Çünkü çocukların bir istikbâl düşüceği yok; bir an önce nasıl zengin olurum, TikTok’uyla, videosuyla vesaire; çocuk biraz daha büyüdü, başarılı oldu, üniversiteyi de kazandı; hani çetelere mensup olmadı, İstanbul’a gidiyor; İstanbul’daki üniversite öğrencisi olan 800.000 öğrenciden sadece yüzde yedisi yurt bulabildi; kredi yurtlarda sadece yüzde yedisi; üniversiteyi başarıyla bitirse bu sefer iş bulamıyor. En nitelikli olanlar bakıyorlar—bakın bir rakam vereceğim size: Hollanda’da bir firma, ASML, çip üreten bir firma; geçen sene TUSAŞ’a saldırı olduğunda ziyaretlerine gittiğimde TUSAŞ yönetim kurulu başkanı da genel müdür de tanıdığım arkadaşlardır; iyi çalışırlar. Onlara söyledim: “Ha bu terör saldırısından Allah muhafaza geçmiş olsun ama bir başka saldırı var, sizin mühendislerinizi çalıyorlar” dedim. 1300 Türk mühendis çalışıyor bu çip fabrikasında, Hollanda’da bir fabrikada 1300; en nitelikli mühendisleri alıyorlar. “E çocuk ne yapsın?” dedim; bir tane mühendisi çağırdım, ismini veremem tabii ya, dedim “Milliyetçilik şey bilmiyor ya vatanına bağlı” dedim, “Noluyor burada bana bi anlat” dedim; bana rakamlarını getirdi: Boğaziçi mezunları, Bilkent mezunları, ODTÜ mezunlarının rakamlarını getirdi, listelerini getirdi; inanamadım 1300 rakamına, kendim girdim buldum 1300. Peki niye bu dedim? “Hocam” dedi “tabii öyle sorunca ben dedim, şimdiye kadar direndim ama artık ben de direnemeyeceğim, burada geçinemiyorum; orada her türlü imkânlar bize veriliyor ya, kendi nitelikli beyinlerine sahip çıkamıyorsan ne anlamı var?” Doktorlar geçti—geçen sene 2024’te giden doktor sayısı 4.620; bakın noktalarına kadar söylüyorum. Peki bunlar sıradan doktor mu? Doktorun sıradan olması hepsi kıymetlidir de hani Almanlar şey mi “enayi” mi zannediyor, alıyorlar; en iyi doktorlar kim sınava giriyor, Almanca sınavına giriyor, hekimlik sınavına giriyor, en iyilerini seçip götürüyorlar. Bizim de sağlık sistemimiz burada çöküyor.

Şimdi hadi çocuk üniversitede başarılı oldu olmadı, esnaf oldu; Safranbolu’daydım geçen hafta, iki hafta önce; Safranbolu’da bir esnafa gittim, hediyelik eşya yapıyor tek o kalmış; diyor ki “Hocam,” ki kendisi de iktidar parçası mensubu teşkilattan, diyor ki “Evet, hocam dedi bu, her gün vergi memurları kapımdalar.” Dedi “Allah aşkına ne istiyorsunuz esnaftan?” Tarıma gitmek istiyor, büyükşehirlerdeki geçim sıkıntısından tarım çökmüş; arpa üreticisi daha hasılatını almadan 500.000 ton arpa ithal ediyorlar; ya bunlar ihanet, ihanet bunlar arkadaşlar, ihanet. Bu ihaneti durdurmaya hazır mısınız? Hazırız. Tarımı da sanayiyi de ayağa kaldırmaya inşallah hazır mısınız arkadaşlar? Sağ olun. Geçen hafta sanayi odasındaydım; iki hafta önce İstanbul Sanayi Odası—çok şey gözümün önüne geldi; tekstil sektörü çöküyor, istihdamda muazzam daralma var; sanayi odası başkanının söylediği çok doğru bir şey: “Ücret bize yüksek geliyor ama verdiğimiz ücretle bizim elemanlarımız geçinemiyor.” Şimdi sanayisi çöken, tarımı kendisine yetmez hale gelmiş, gençlerini kaybeden bir ülkenin bir üçüncü dünya savaşı senaryosunda ayakta kalabilmesi kolay mı? Şimdiden bunun planlamasını yapmanız lazım. Vatan topraklarını kaybetmek kadar önemli olan nedir biliyor musunuz? Bunu dikkatli not edin: İnsanı kaybetmektir; çünkü insanını kaybeden milletler vatanlarını koruyamazlar. İşte emekli oldu, bu sefer de emeklilik Türkiye’de işkence: 386 Euro. Türkiye’deki emeklinin ortalama maaşı Almanya’da 1500, Hollanda’da 2000 Euro; yani doğuştan emekliliğe kadar Türkiye’de hiç kimse hayatından memnun değil arkadaşlar.

İşte böyle bir dönemde siyaset yapmanın tam vaktidir; onlar isteseler de istemeseler de Gelecek Partisi ve Gelecek Partisiyle birlikte Yeni Yol Grubu’nda olan DEVA Partisi, Saadet Partisi; orada olmamakla birlikte omuz omuza verdiğimiz Yeniden Refah Partisi ve bizimle birlikte olan bütün muhalif partilerle önce gerçekten muhafazakâr bir alternatif ortaya koyacağız; Türkiye’deki büyük oy tabanını oluşturan merkez sağ kitlesine hitap edeceğiz; sonra da Türkiye’nin yönetimine el koyacağız inşallah. Allah—Allah işte bu mekân bunun için kuruldu, bu mekân bunun için oluştu; kimseye oda vermek için değil, kimseyi makam sahibi yapmak için değil bunun için. Rabb’im bu mekânda milletin evlatları için çalışmayı nasip eylesin; Rabb’im bu mekânda dünyanın bütün güçlerine kafa tutabilecek nitelikli ve duruş sahibi bir siyaset için bize yardım eylesin; bu mekanı onun rızasına uygun sözün söylendiği, onun rızasına uygun eylemin yapıldığı, milletin hakkının hukukunun korunduğu, milletin beytülmaline uzanan ellerin kırıldığı kararların alındığı bir mekân eylesin. Bir gülbank duası vardır, onunla bitireyim: Vakitler hayrola, hayırlar fethola, şerler defola; geleceğimiz vakitlerin hayır olduğu, hayırların fetih olduğu, şerlerin def olduğu bir gelecek olacak tekrar. Değerli Sayın genel başkanımıza, genel başkanlarımıza, efendim bütün siyasi parti temsilcilerimize, milletvekillerimize tekrar tekrar teşekkür ediyorum; bizleri yalnız bırakmadınız, bu düğünümüze katıldınız. Değişik illerimizden gelen arkadaşlarımıza da hem teşekkür ediyorum hem de selamlarımızı—geldiğiniz yerlere götürün diyorum. Allah sizlerden razı olsun; Allah’a emanet olun.

 


YORUMLAR

Yorum Yaz
Bu habere daha önce yorum yapan olmadı.
Şimdi ilk yorumu sen yaz.!
ARŞİV
GAZETE MANŞETLERİ
KARİKATÜR KÖŞESİ
ANKETLER
Aydın Büyükşehir Belediyesinin Çalışmalarından Memnun musunuz?
Bu ankete toplam 23 kişi katıldı.